29.03.2012

Bir ergenle yaşamak…(28 Mart 2012 - Yazar: Gül Abus Semerci )

İki lafından birinin sonunu “ezik” ya da “mal mısın anne ya” diye bitiren 12 buçuk yaşında bir kız çocuğuyla yaşamanın tuhaf bir kafası vardır. Sürekli tetikte olmak gerekir. Kelimeler özenle seçilir. Kafayı çalıştırmak, yeni davranış biçimleri geliştirmek gerekir. Çünkü insanın karşısında daima mavra yapacak, koca kadına (o kadın ben oluyorum) “ezik misin bebeğim sen ya” tarzı bakışlar atacak zeki, cin gibi, utanmaz arlanmaz bir çocuk vardır. Oysaki bu çocuk daha düne kadar “dünyanın en şahane kadını” tarzında yaklaşmıştır annesine. O hayranlık yerini ne zaman ve niçin “ya git başımdan” hissine bırakmıştır, fark etmezsiniz bile. Anlatacağım hepsini…
Çok uzun değil, bundan bir yıl önce başladı her şey…
İşte 40’ı aşmış her insan evladı gibi, “spor yapsak”, “şu sigarayı bıraksak” dediğim sıralardı. Fakat iş güç fazla, en iyisi evde takılayım dedim. İnternetten pilatesti, yogaydı, zumbaydı bir dolu egzersiz zımbırtısı indirdim. İtiraf edeyim; aralarında böyle “ay bak ya, canım, ne günlerdi” diye hislendiğim bir iki aerobik videosu da vardı. Uzatmayayım; cdleri koyuyorum, başlıyorum ekranda kadınlar ne yapıyorsa aynısı yapmaya. Böyle salonun ortasında hoplayan zıplayan bir kadın. Kızım girdi sonra içeri. “Ne yapıyorsun” dedi. “Spor” dedim. Sırıttım…Şen bir kahkaha attım.
“Fit bir anne istemez misin şekerim…”
Şöyle küçümser gibi baktı lafı yapıştırdı.
“Ezik misin sen ya, spor salonuna gitsene!”
Kaldım öyle. “Haydi bakalım” dedim kendi kendime, “ergenim benim hoşgeldin”… Ne olacaktı şimdi? Bundan sonra paso aşağılayacak mıydı beni? Hormonları değişiyor tabi, içinde ne fırtınalar esiyor, benimle çatışacak, beni aşacak ki kişiliğini bulacak, “anlamak lazım” deyip susacaktım. “Pataklarım çocuk seni diye bağıracağıma”, filmlerdeki Amerikalı anlayışlı anne tribiyle “anlıyorum seni tatlım” şeklinde yaklaşacaktım. Kısacası nerden baksan 5-6 yıl bu ergen tribine maruz kalacaktım. Oysa daha “o bakış”a sahip bile olamamıştım. O bakış ki sadece annelerimiz yapabileceği bir şeydi. Tek bir göz hareketiyle “yapma çocuğum” diyebilmekti. O bakış, “misafir gitsin, dünyayı dar edeceğim sana” derdi misal. Tuhaf ki, aslında bir şey de yapmazdı. Ama ne sükseli bir bakıştı o öyle. Öyle zamane annelerinin yapabileceği bir şey değildir. Uzun bir eğitim gerektirir. Benim durumum ortada. 10 üzerinden sıfır.
İşte bu yüzden “ergenlik çağındaki çocuğu olan anne babaların dikkat edeceği şey” gibisinden bir cümleye elbette başlayamayacağım. Mütevazilikten değil, bilsem hakikaten ahkam keseceğim. İspatlanmamış ipe sapa gelmez birkaç cümle kurabilirim ancak… Bir de zaten şart değil…
Bizim gibi okumuş yazmış entel annelerin en belirgin özelliği “ben annem gibi davranmayacağım çocuğuma” hissi galiba. Hele ki benim gibi geleneksel bir aileden gelmişse ve üstüne bir de entel bekar anneyse, durum daha vahimleşir. Kızım bebekken az carlamadım sağa sola. “Hayır olmaz, bu çocuk her gece dokuzda yatağına bırakılacak. Ve mışıl mışıl uyuyacak.”
Sonuç? Tabii ki ayağımda salladım. Yemek mi yemiyor. Önünden yemeğini alıp cezalısın, odana filan demedim. Tıpkı annem gibi, “Yesene çocuğum bunu bulmayan çocuklar da var” minvali laflar sarf ettim. Oysa annemin aç çocuklardan söz edip içimi ezdiği anları hep içim ürpererek hatırlarım. Tabi entel annenin tarzı biraz daha farklı oluyor. Yoksulluk, sınıf farkı, dünya ekonomisi, tüketim toplumu derken mevzu uzuyor ve çocuk “ne diyorsun anne ya” deyip çekip gidiyor. Ve anlıyorsun ki, çocuklar netlikten hoşlanıyor. “Bunu bulamayan çocuklar var”. Gayet net.
“Buldun, ye! Ye, tepemi attırma benim!”
Masadan kalkarken tabağını götürmüyor mu… Derhal ufak çaplı bir kalay basılmalı. “Çocuğum hop nereye. Lokanta mı burası!”.
Madem bu sıpa veli toplantısına gideceğim zaman, “anne gibi gel” diyor. Madem ki ben gardrobumda döpiyesim var mı bakınıyorum… O halde neymiş, gelenekselliğin sadeliği bazen de işe yararmış, küçümsememek lazımmış…
Bir ergenin ruh durumu “annem babam ve dahi kimse beni anlamıyor”dur değil mi çoğunlukla. Ya biz? Anne, babanın halet-i ruhiyesi nedir? Tam anlamıyla şudur aslında: “Seni bu hayatta anlarsa en iyi ben anlarım çocuğum”. Külliyen yalan. Asıl sen anlamazsın. Tamamen ebeveyn egosu. Bir büyüklük taslama hali. Uzun bir söylev, nasihat faslı, kendini çocuk üzerinden var etme hevesi. Nefret eder çocuk bu halden. “Mal mısın ya, ne diyorsun?” cümlesi geldi, gelecektir. Misal fazla internete takılıyordur, uyarmak istersin. Odasının kapısını hafifçe tıklatıp “biraz konuşabilir miyiz” dersin, yatağının kenarına oturursun, hayal ettiğin şey; hatasını anlayıp, “dikkat edeceğim bundan sonra” diyen bir çocuk, “seni seviyorum kızım”, “seni seviyorum anne”, “iyi geceler Tom”, “iyi geceler Laura” falan filandır işte… “Ilgaz’cım farkında mısın kızım, internette fazla zaman geçiri”… “Ok” der. Ok ne ya? Neyin ok’u. “Yorsun”u bile eklememişsindir daha. Ama ok. Nasihat ve söylev kısmını hızla geçip “Çocuğum mesincırdaki kankan mıyım ben senin, lafımı dinle, internette fazla zaman geçiriyorsun diyorum sana” diye carlarsın. Yatakta arkasını döner bu sefer. “Bay”. Bay ne? Yani git diyor. “Niye takıldın şimdi sen buna, canın mı sıkkın senin?” diyor. “Bütün gün evde kapandın, konuşcak adam bulamadın mı?” diyor. “Sarma, uğraşamam, uzatma, uyuyacağım, bay!”.
Görüldüğü üzre gayet kısa, net. Ok ve Bay. Çünkü haftanın en az dört günü bu konuşmaya maruz bırakılmıştır. Bu yüzden “kadın ne hissetti, ulan bu da anne, bir kalbi var” filan diye düşünmez. İşte o zaman eski günler gelir aklınıza. Mutlaka doğduğu günden itibaren çocuğun yaptığı her şeyi sanki çok değerli bir koleksiyonun parçasıymış gibi saklarsınız. Bizim var örneğin. Koca bir bavul. Ilgaz ne çizdiyse, ne yazdıysa alıp koymuşum. En çok da bana yazdığı şiirleri saklamışım. “Canım annem, sen bir meleksin, her şeysin, bir tanesin” türünden şiirler*. Terk edip giden eski bir sevgilinin ardından mektuplarını bulmuş gibi hasretle okumaya başladım hepsini. Fazla duygusallaşıp nerdeyse ağlıyordum ki, kızım girdi içeri. Yine şöyle bir baktı. İçimden o söylemeden derhal “malım evet” demek geçti. Ama o kadar da ezik görünmemek için “ben de şunları topluyordum, ne oldu sen niye geldin?” Kızım manzarayı gördü ve hislerimi derhal anladı. Şöyle uzanıp bir makas aldı yanağımdan, manidar bir gülümseyişle biraz baktı ve gitti. Muhtemel şöyle diyordu içinden; “seviyorum kız seni”.
İçimin yağları eridi. Sanki beynime binlerce seratonin pompalandı. Hani evde olmasa, utanmasam zıp zıp zıplayacağım mutluluktan. Ben bir malım evet! Eziğim fena halde. Ne olmuş. Ok. Bay.

Bir ergenle yaşamak…(28 Mart 2012 - Yazar: Gül Abus Semerci )-uzuncorap.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder