TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Kenan Demirkol
Yanlış tarım
politikalarıyla 60 yılda erozyona topraklarımızın yarısını verdik. Küresel
ısınmanın etkileri ortaya çıkmadan heba edilen bu. Şimdi bir de çölleşmeyle
karşı karşıyayız. Zira Akdeniz havzası küresel ısınmanın en büyük kurbanı
olacak. TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Kenan Demirkol, kabusa sadece 40 yıl
kaldığını söylüyor. Ama kabus senaryosu bununla da sınırlı değil, bir de
yaşanamayacak hale gelen Afrika’dan göç edecek milyonlarca aç var ki, onlar da
sınırlarımıza dayanacak. Şimdi size bir soru “Maydanozu olmayan bir millet, aç
Afrikalılar ile neyi paylaşacak?”
Öyle bir gelecek çiziyor ki,
izlediğimiz en ürkütücü bilim kurgu filmden beter. Kuraklık, açlık, göç, ölüm
üzerine... Sebebi, hepimizin suçu olacak bir senaryo! Başrolü küresel ısınma
oynuyor. Ona başrolü veren ise kâr peşinde koşan büyük küresel şirketler.
Bilinçsizce tüketen ise hepimiziz!
Ben de bir hatırlayıp bir
unutanlardanım insanlığın geleceğini karartacak bu meseleyi. Hatırlatan o oldu!
“Hayrettin Karaca’nın da katılacağı bir sunum yapacağım İTÜ Taşkışla
binasında... Mutlaka gelmelisin” diye aradı. Ne zamandır söyleşi yapmak
istiyordum zaten Prof. Kenan Demirkol’la, uzmanlık konusu olan bağırsak
hastalıkları cerrahisi üzerine. Ama çağırdığı toplantıya gidince, ikinci plana
attım bu konuyu. Zira anlattıkları çok daha önemliydi... TEMA Vakfı Bilim Kurulu
Üyesi sıfatıyla yapıyordu sunumu, küresel ısınma üzerine... Bir kabus
senaryosuydu ortaya çıkan, eğer ki hemen çözüm geliştirmezsek...
Bir
santimetre kalınlığındaki toprak 500 yılda oluşuyor
Söze, “Buzulların
eridiği görüldükten sonra Birleşmiş Milletler de pes etti ve küresel ısınmanın
bir gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldı” diye başladı. Sonra geçmişe doğru
bir yolculuğa çıktık. Bundan 12 bin yıl öncesine gittik, dünyada ilk tarımsal
faaliyetlerin başladığı Mezopotamya’ya... Ve kötü haberleri sıralamaya başladı
ardı ardına; “Son 40 yılda Anadolu’da Van Gölü’nün üç katı büyüklüğünde, 1
milyon 250 bin hektarlık bir alan çölleşti. Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü
olan Beyşehir’in 25 katı büyüklüğünde sulak alan yok oldu. Eğer böyle giderse
2055 yılında Anadolu’da tarım yapılamayacak.”
Sunumdan aldığım notları
paylaşayım öncelikle... Her bir rakam iç acıtıcı ve korkutucu ne yazık ki:
“Hayrettin Karaca’nın ömrünü vakfettiği tarım toprağının 1 santimetresinin
oluşması tam 500 yıl sürüyor. Tarım yapabilmek için en az 40 santim kalınlığında
toprağa ihtiyaç var. Bu toprak 20 bin yılda oluşuyor. Ve maalesef bugün erozyon
sonucu Anadolu’nun tarım toprak katmanı artık sadece 20 santim. Ölülerimizi
gömdüğümüz derinlikteki toprakta tarım yapamayız! Bugünkü tablo 1950’den bu yana
uygulanan hatalı tarım ve vahşi sulama politikalarının bir sonucu. 12 bin yıldır
tarım yapılan bu topraklarda 11 bin 940 yıl toprak kaybedilmemiş, ama son 60 yıl
içinde endüstriyel tarım sebebiyle tarım toprağımızın yarısını kaybettik. Böyle
devam edersek 2055’te Anadolu’da bir sap maydanoz bile
yetiştiremeyeceğiz.”
Yunanistan ile Türkiye arasına 4 milyar dolarlık
çelik duvar örülüyor
Bu tablo sadece hatalı sulama ve üretimin
sonucu. Bir de küresel ısınmanın getirdiği olumsuzluklar var. Diyeceksiniz ki
TEMA abartıyor. Onun da cevabını veriyor Demirkol; “Bırakın TEMA’yı, NASA’nın
yaptığı bir araştırmaya göre erozyon bu hızla devam ederse Türkiye 2040 yılında
Sahra Çölü’ne dönmüş olacak” diyor.
Peki Türkiye çöl olursa Afrika’ya ne
olur? Cevabı net; “Yaşanmaz olur!” Bu sebeple kitlesel bir göç dalgası yaşanacak
güneyden kuzeye... Ve geçiş noktası da yine Türkiye olacak. Yani sadece kuraklık
ve kıtlıkla değil, bir de göçle mücadele etmek zorunda kalacağız. Avrupa Birliği
sınırlara duvar çekmeye başlamış bile. Frontex adında bir örgüt kurulmuş. Bu
örgüt göçe karşı dış sınırlarını korumak için Avrupa Birliği ülkelerinin
ordularını kullanma yetkisine sahip. Demirkol anlatıyor: “Bu örgütün emriyle her
gece İspanya donanmasına ait bir gemi Atlantik Okyanusu’na, bir gemi de
Akdeniz’e açılıyor ve Afrika’dan gelen göçmen kayıklarını kovalıyor. ‘Buldu mu
ne yapıyor?’ sorusuna ise 2005 yılında İngiltere ‘Batırsın’ yanıtını veriyor...
Bizim için daha da önemlisi şimdiden Yunanistan-Türkiye sınırına çelikten duvar
örüyorlar. Her gün 245 kaçak göçmen sınırı aşmaya çalışırken yakalanıyor
Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çalışırken. İşte bunu engellemek için 4 milyar
dolarlık bir proje hayata geçiyor. Yunanistan, Dünya Bankası’ndan her ayın
12’sinde 120 milyon dolar alıp bu parayı duvara yatırıyor. Bu duvarın bizim için
iki anlamı var; Türkiye’yi AB’ye kesinlikle almayacaklar ve ülkemizi Afrika’dan
gelecek göç dalgasına karşı tampon bölge olarak kullanacaklar. O zaman bu
göçmenleri de bizim barındırmamız ve beslememiz gerekecek, zira Cenevre
Anlaşması’na göre en az altı ay bu göçmenlere bakmak zorundayız!”
Düşünün, maydanoz yetiştiremeyecek bir ülke göçmenlere nasıl kucak
açsın? Tek çare kalıyor benzer bir duvar çekmek, insanlığa sığmasa da! Peki
becerebilir miyiz? Sunumunu bir soruyla bitiriyor Demirkol; “Güney sınırını
PKK’ya karşı koruyamayan bir ülke, milyonlarca aç insanın göçüne karşı nasıl
koruyabilir?”
Bu sunumu tüm bu sorunlara birlikte bir cevap bulmak için
yapmış Demirkol. Ben çıktığımda kara kara düşünüyordum. Çevre için herkes
yapacağını yapmalı, ama bu sadece bir yere kadar. Eğer ki devlet, tarımdan
sağlığa, enerjiden ulaşıma her konuda çevreyi gözetmezse halimiz harap! Bu da
yetmiyor aslında, bu mesele dünyanın meselesi ve kâr hırsıyla değil geleceği
kurtarmak için bir formül gerek. Ve ne yazık ki henüz böyle bir vicdan ve bilinç
yok, ne dev tarım tekellerinde ne de hükümetlerde!
Dünyanın yeni tarım
alanları Sibirya’da olacak
- Öyle soğuk bir kış geçirdik ki, sizi
dinleyene kadar neredeyse küresel ısınmayı unutmuştum...
Küresel
ısınma hakkında çok spekülasyon var. Ne yazık ki Birleşmiş Milletler’in iklimle
ilgili bölümü yıllarca yok saydı küresel ısınmayı. Ama ne zaman ki biyoyakıt
kavramı ortaya çıktı ve birileri bundan para kazanabilecek hale geldi, özellikle
de Amerika kökenli yatırımcılar kendi çıkarları için kullanabilir noktaya geldi,
BM de küresel ısınmayı kabul etti. Oysa küresel ısınma zaten vardı. Ve gelecekte
de çok büyük göçlere yol açabilecek, çok büyük bir sıkıntı aslında ve bu
meseleyi sadece “Tarımsal alanlarda daralma olacak, sular geri çekilecek”
boyutunda değil, sosyal ve siyasi boyutlarıyla konuşmak gerekir. Çünkü bu
meselenin bir iç, bir de dış tehdit boyutu var. İç tehdit tarım alanlarımızın
kaybolması...
- Diyorsunuz ki, “Böyle giderse 2055’te Anadolu’da tek
sap maydanoz yetiştiremeyeceğiz!”
Evet. Burada da iki faktör var.
Birincisi, yıllardır Türkiye’de uygulanan hatalı tarım politikaları. 1950’den
sonra endüstriyel tarımla birlikte toprak erozyonu çok ciddi boyutlara ulaştı.
Hatalı sulama ve vahşi sulama teknikleri de buna yol açtı. Bunun üzerine bir de
küresel ısınma devreye girince, ki Türkiye’nin tümünde ortalama 1.5-2 derecelik
bir ısı artışı bekleniyor 2055’e kadar, önlem alınmazsa Marmara ve Karadeniz
kıyıları dışında tarım yapmak mümkün olmayacak. Türkiye zaten tarım arazilerinin
yüzde 50’sini kaybetti. Erozyon bu hızla sürerse, küresel ısınmanın da etkisiyle
40 yıl sonra Türkiye’de tarım toprağı kalmayacak. Çünkü ortalama 2 derecelik bir
ısı artışıyla tahıl üretimi ortadan kalkar. Ama bakın bu arada Sibirya’da da
iklimde 2 ile 4 derece artış olacak. Yani bugünkü Sibirya stepleri geleceğin
tarım alanları olacak. 2065’te Afrika hiç yaşanamayacak bir kıta gibi görünüyor.
2095’te ise Afrika tümüyle terk edilmiş bir kıta olmak zorunda kalacak. Dünya
genelinde insan müdahalesi sonucu 48 milyon kilometrekare tarım arazisi
çölleşti. 110 ülke çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya.
- Tüm bunlar
küresel ısınmanın etkisiyle mi olacak?
Evet. Birleşmiş Milletler
İklim Paneli’nin hazırladığı 2025 ve 2035 yılı ısınma haritalarına Afrika
açısından bakarsak aşağı yukarı 1.5-2 derecelik bir ısı artışı olacak. Bugün
hâlâ Sudan’da Güney Darfur’da ve Batı Afrika’da bazı bölgelerde tarım
yapılabilmektedir. Ama çok kısa bir zaman sonra 2035’te artık ona imkan
kalmayacak.
- Sadece 1.5-2 derecelik bir ısı artışı mı sebep olacak
buna?
Şu anda dünyanın yaz-kış, gece-gündüz ısı ortalaması 16
derece... 1.5 derecelik bir ısı artışı dendiğinde, bu ortalama ısının 1.5 derece
artacağı anlamına gelir. Orta yaz ısısı olarak ele alındığında gündüz 8-10
derecelik bir artış anlamına gelir ki, bu da kavurucu, çöl sıcakları demektir.
Yani biz burada Suudi Arabistan sıcaklarını yaşayacağız. Bu da Türkiye’nin
güneyinde artık tarım yapılamayacağı anlamına gelir. Türkiye’de Akdeniz
kıyılarında yaşanan sıcaklıklar ise Karadeniz kıyılarına kayacak. Ve dediğim
gibi dünyanın yeni tarım alanları Sibirya stepleri olacak.
- Tabii bu
değişimin sosyal ve siyasal etkileri de olacak?
Kesinlikle! Dünyada 1
milyar aç insan var. Hepimizin bildiği gibi bunların 950 milyonu Afrika ve
Asya’da yaşıyor. Küresel ısınma sonucu açlık daha da artarsa buradaki insanlar
göç edecektir. Nereye? Zengin Batı’ya! Zengin Batı’ya göç etmenin ise iki yolu
var; ya Türkiye üzerinden karayolu ya da Akdeniz üzerinden kayıklarla. Fakat
şöyle bir sorunla karşı karşıya dünya; Cenevre Konvansiyonu’na göre göç eden bir
mülteci en az 6 ay süreyle beslenmek, barındırılmak zorunda ve bu 6 ayın sonunda
geldiği ülkedeki yaşam koşulları elverişli değilse asla geri gönderme şansınız
yok. Yani açlık dolayısıyla bir insan göç etmişse kesinlikle sınır dışı
edemezsiniz. Cenevre Konvansiyonu bunu emrediyor. Bu, AB ülkeleri için de
geçerli. Örneğin Afrika’dan İtalya’ya bir mülteci gelmişse, onu sadece İtalya
değil, tüm AB ülkeleri beslemek ve barındırmakla yükümlüdür. En azından kuru bir
yatak ve yemek sunmak zorundadır. Euro Asia’nın 2011 raporuna göre, önümüzdeki
birkaç yıl içinde Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya 1 milyon insanın göç etmesi
bekleniyor. İşte bunu bilen Avrupa bu göçü engellemek için Frontex adında bir
para militer örgüt kurdu. Frontex idari merkezi Varşova’da olan, AB’nin dış
sınırlarını göçe karşı korumak için yükümlü olan bir örgüt. Bu örgütün AB’nin
dış sınırlarındaki tüm ülkelerin silahlı gücünü kullanma yetkisi var. Ve 2005
yılında bu örgüt kurulduğunda, Strasbourg’ta yapılan toplantıda Frontex
polisleri, “Biz göçmen kayıklarıyla karşı karşıya gelirsek ne yapalım” diye
sorduğunda İngiltere “Batıralım” yanıtını vermiştir. İşte bu AB, bu medeni
birlik göçlere bu gözle bakıyor. Ha, bugün Afrika’da küresel ısınmaya bağlı
açlık olmasının sebebi ne? Son 200 yıldır kuzey yarıkürenin yani Amerika’nın ve
Avrupa’nın endüstrileşmesi. Yani bugün göçmen kayıklarını batıralım kararını
alanlar o insanların zaten göçmesine neden olmuş ülkelerdir. Eğer endüstrileşme
sonucu küresel ısınmanın etkisi bu kadar olmasa Afrikalılar da kendi
topraklarını terk etmek zorunda kalmayacaktı. Sanayileşmeyle birlikte 19.
yüzyılda ağırlıklı olarak kömür kullanıldı. Daha sonra da yine bir fosil yakıt
olan petrolün kullanılmasıyla atmosfere salınan karbondioksit miktarı giderek
arttı. Biliyorsunuz küresel ısınmanın başlıca nedeni karbondioksit
salınımı.
- Etkisinin yaklaşık yüzde 50 olduğu
söyleniyor?
Öyle. Hatta yüzde 60! Ayrıca hayvan besiciliği, pirinç
üretimi ve yapay gübre kullanımı da küresel ısınmayı artırıyor.
Bir
pirinç tanesinden 3 bin pirinç elde ediliyor!
- Önümüzdeki
yıllarda Türkiye’ye Afrika’dan çok büyük bir göç dalgası olacağını
söylüyorsunuz...
2010 yılında 10 aylık bir süre içinde Türk-Yunan
sınırını geçmeye çalışırken yakalanan göçmenlerin sayısı 32 bin. Bunlar
Afganistan, Somali ve Irak uyruklu insanlar. İşte bu nedenle Meksika ile Amerika
arasında bulunan göç engelleme duvarının aynısının Türkiye-Yunanistan arasına
örülmesi kararı alındı. 4 milyar dolarlık bir proje bu. Ekmeği olmayan
Yunanistan her ay ayın 12’sinde Dünya Bankası’ndan 120 milyon dolar alarak bu
duvarı örüyor. O zavallı ikili Merkel ve Sarkozy Türkiye’nin AB’ye üyeliğini
asla istemiyor, özel statü istiyor. Niçin? Çünkü Türkiye AB önünde göçleri
tutacak bir tampon bölge olma göreviyle görevlendirilmiştir. Türkiye, AB üyesi
olursa Türkiye’ye göç eden insanları da AB beslemek zorunda olacak. O yüzden
Türkiye asla bir AB ülkesi olmayacak. Çünkü Afrika’dan milyonlarca insanın
Anadolu’ya üşüşeceğini Avrupa çoktan fark etti ve önlemini alıyor. Ne yazık ki
bir tek biz bilmiyoruz. Peki Türkiye PKK’ya karşı koruyamadığı Güneydoğu
sınırını göçe karşı nasıl koruyacak? Koruyamazsa milyonlarca göçmeni ne
yapacak?
- Kyoto Protokolü’nün de yeterli etkiye sahip olmadığını
söylüyorsunuz...
Evet. BM bütün bu küresel ısınma karşısında sadece
karbondioksit ve fosil yakıtı ele alıyor. Diyor ki, “Biz karbondioksit
emisyonunu biyoyakıtla azaltırız.” Kapitalizmde bir model var. Bir küresel
gerçeği ele alırsın, sonra birtakım şirketlerin zengin olabileceği tarzda bir
çözüm önerisinde bulunursun. 1960’larda yeşil devrim döneminde, “Dünyada bir
milyar aç var. O halde biz yüksek verimli hibrit tohum kullanmalıyız” denmişti.
Sonraki yıllarda, “Dünyada bir milyar aç var. Biz yüksek verimli GDO tohumları
kullanmalıyız” dendi. Hep çözümler bazı şirketlerin zengin olmasına yönelikti.
Şimdi de yine BM, “Evet küresel ısınma var. Çare biyoyakıt” diyor. Acaba çare o
mu? BBC’de yayınlanan bir çalışmada en az 12 biyoyakıtın çevreye fosil
yakıtlardan daha zararlı olduğu ortaya çıktı. Yani biz yine kandırılıyoruz. Ama
ne oldu? Soros, Amerika’da 30 milyar dolarlık biyoyakıt tesisi kurdu. Başkaları
keza öyle. Yani aslında küresel ısınma gerçeği dünyadaki enerjiye sahip olma
dengelerini değiştirmek çabası olarak kullanılıyor. Küresel ısınma kimsenin
umurunda değil. Yeter ki enerji kaynağına ben sahip olayım yarışı bu. Bir
biyodizel yandığında da son ürün karbondiokist ve sudur. Benzin yandığında da
son ürün karbondioksit ve sudur. Yine aldatılıyoruz.
- Peki ya pirinç
üretimi? Onun da küresel ısınmaya etkisi olduğunu söylediniz.
Evet.
Bir pirinç tanesini ektiğiniz zaman 3 bin pirinç tanesi elde edersiniz. Bu kadar
ucuzdur pirinç üretimi. Ama çamurda yetişir pirinç. Ve oradaki bakterilerin
yarattığı metan gazının küresel ısınmaya katkısı yüzde 7 civarındadır. Ama beş
para etmez pirinç tahılı, protein değeri en düşük, glisemik endeksi en yüksek,
yani en kolay şişmanlatan, en az protein veren pirinç, bire 3 bin verdiği için,
birilerini kolay zengin ettiği için hiç kimse ondan vazgeçemiyor. Üstelik
küresel ısınmaya yol açtığı halde kimse ağzını açmıyor; “Aman mısırdan biyoyakıt
yakalım!” diyor. Tabii bu arada mısır fiyatları yükseldiği için, ana gıda olarak
mısırı kullanan Afrika’da daha çok çocuk açlıktan ölsün! İşte küresel ısınmaya
karşı oluşturulan Kyoto Protokolü budur!
Dünya hasta, biz
hasta!..
Sunum bilgi yüklüydü, öylesine yüklüydü ve kötü haberlerle
doluydu ki, bir kasvetle çıktım toplantıdan. Zaten grip ilk işaretlerini
veriyordu, halsizlik iyiyden iyiye çöktü üzerime. Yine de Demirkol’u kaçırmadan
daha uzun bir söyleşi için randevu aldım. Ama o da grip oldu. İki hasta aksıra
tıksıra konuştuk bu meseleyi... O hafta yetiştirmek mümkün olmadı yine sağlık
sebebiyle, zira ben tükendim. Bu arada hayatını toprağa adayan Hayrettin Karaca
da katılamamıştı sunuma, o da grip olmuştu. Küresel ısınmadan mıdır bilemem ama
bizi bu havalar mahvetti! Ama bizi mahveden her şeyi konuştuk Demirkol’la onu
söyleyeyim. Tarım ilacından hormonlara, sağlıksız beslenmeden kansere...
http://haber.gazetevatan.com/boyle-giderse-40-yil-sonra-anadoluda-tek-sap-maydanoz-bile-yetismeyecek/447054/4/Haber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder